Kolajenle ilgili öğrendiklerim

Kolajenle ilgili öğrendiklerimi geç de olsa toparladım.

Son dönemin yıldızı kolajenle ilgili araştırmalarım geçen yılın ilk aylarında başladı.

Ama şöyle bir gerçek de var. Bu gerçek de sigara, hava kirliliği, şeker, alkol tüketimi, dengeli beslenememek ve güneş ışınları da kolajen üretimini olumsuz etkiliyor. Yani 20’li yaşlardan sonra zaten giderek azalan kolajen üretimi, üzerine bir takım yaşam koşulları ve kötü alışkanlıklar da eklenince daha da olumsuz etkileniyor.

Aslında kolajen konusuyla ilgilenmek ve kolajeni araştırmak için bence geç kalmıştım. Geç kaldığımı da yaptığım araştırmalardan sonra öğrendim çünkü 20 yaş ve sonrasında vücuttaki kolajen azalmaya başladığından, kolajen takviyesi kullanmak gerekiyormuş. Ben bunu bilmediğim için geçen yılın ortalarına kadar herhangi bir takviye de kullanmadım.

Peki kolajen neden önemli?

Kolajen üretimi için her şeyi dört dörtlük nasıl yapacaksın? Yapamazsın. Sigara içmesen dengeli beslenemiyorsun, dengeli beslensen yaşadığın kentte hava kirli, hava temiz olsa spor yapamıyorsun. Hiç biri olmasa zaten kolajen üretimi yıllar geçtikçe azalıyor. Yani takviye kullanımı şart. Olmazsa olmaz.

Kolajen vücut için çok önemli çünkü; kolajen tırnaktan kıkırdağa kadar dokuları adeta iplik gibi birbirine bağlıyor yani bütünlüğü sağlıyor.

Kolajen; cilde sağlamlık, dayanıklılık, elastikiyet, parlaklık, canlılık veriyor ve cilt nemli, gergin, yumuşacık oluyor. Cildin gevşeyip sarkmaması ve kırışmaması için kolajen çok önemli.

Kolajen ile kaslar, kemikler ve bağışıklık sistemi daha güçlü oluyor.

Parlak saçlara, sağlam tırnaklara, güçlü eklem yapısına, iyi çalışan sindirim sistemine, sıkı bir cilde sahip olmak kolajen üretimi sayesinde mümkün oluyor.  

Kolajeni nasıl alabiliriz ya da vücuttaki üretimini nasıl artırırız?

Vücut için bu kadar önemli bir protein olan kolajeni takviyeler dışında nasıl alabiliriz?

Sığır eti, tavuk eti, balık eti, yumurta ve sakatatlar kolajen açısından çok zengin.

Ispanak, lahana, roka, nane, brokoli, havuç, sarımsak, soğan, pırasa, brüksel lahanası vücutta kolajen üretimini artırıyor.

C vitamin açısından zengin meyveler de kolajen üretimine destek oluyor. Limon, portakal, greyfurt, kayısı, şeftali, ananas ve kivi zengin C vitamini kaynakları ve kolajen üretiminde çok önemli rol oynuyorlar.

Yani hayvansal gıdalar, turunçgiller, sebzeler ve omega-3 içeren besinler kolajen üretiminini artırıyorlar.

Ve her gün tüm besin gruplarından dengeli ve yeterli şekilde tüketirsek vücudumuzun kolajen ile ilgili sıkıntısı olmuyor. Tabi ki bunun yanında şekersiz, sigarasız, alkolsüz bir hayat yaşamak, düzenli spor yapmak, bol su içmek ve temiz havadan bol bol yararlanmak da çok önemli.

Ama hayatı kaç kişi, hele ki şu dönemde, her gün bu kadar düzgün, cetvel gibi yaşayabiliyor? Bence çok az kişi:)

İşte bu sebepten nasıl vücudumuz için gerekli pek çok vitamin ve minerali tam da günlük ihtiyacımız kadar almak için sıvı ya da tablet formunda takviyeler kullanıyorsak, kolajen için de takviye kullanmamız gerekiyor.

Herkes böyle mi yapıyor bilmiyorum ama ben böyle yapıyorum.

Kolajeni diğerlerinden daha geç keşfetmiş olsam da son aylarda yaptığım araştırmalardan sonra sıvı formunu kullanmanın en efektif olduğuna karar verdim.

3 aylık sıvı shot kolajen kürümü tamamladım. Daha etkili olması için doktorumun tavsiyesi ile 3 ay boyunca gece uyumadan önce magnezyum ile birlikte 50 ml’lik bir shot kullandım. Şimdi tablet kolajen alıyorum.  

Bundan sonra her yıl 2 defa 3 aylık kürlerle devam edeceğim.

Kolajenle ilgili öğrendiklerim kısaca böyle ve 3 aylık kür sonunda saçlarıma, tırnaklarıma, cildime inanılmaz iyi geldi. Herkese tavsiye ediyorum.

sizce ben hangisini seçtim
BÜYÜYÜNCE NE OLACAKSIN?

Çocukluk, meslek seçimi, hayaller, idealler…

Büyüklerin çocuklara; sohbet başlatacaklarını, iletişim kurabileceklerini ya da yakınlaşabileceklerini düşünerek sorduğu soruların başında gelen soru: Söyle bakalım çocuğum, büyüyünce ne olacaksın?

Bu soruya her devirde her çocuğun mantıklı bir cevabı vardır. Kimi öğretmen der, kimi doktor, kimi mühendis vs. Zaman ilerledikçe bu cevaplara popüler meslekler eklenir. Bazı çocuk genetik mühendisi der, bazısı robot teknisyeni, bazısı 3D yazıcı uzmanı vs.

Bir zamanlar ben de çocuktum ve tabi ki bu soru bana da defalarca farklı büyüklerim tarafından soruldu.

Peki sizce ben ne cevap verdim?

Ben 3 – 4 yaşlarındayım.

Ablam ilkokul birinci sınıfta. Ben daha anaokuluna başlamamışım. Çok da başlayasım yok çünkü çocuk kafamda kırmızı önlük giymenin küçük bir kız olmanın, ablam gibi siyah önlük giymenin de abla olmanın göstergesi sandığım dönem.  O dönem bir an önce büyümek istiyorum, ben de abla olmak istiyorum, en önemlisi de gelin olmak istiyorum. Evet bildiğimiz gelin.

3-4 yaşımdan beri ‘’büyüyünce ne olacaksın’’ sorusuna verdiğim cevap: Ben büyüyünce gelin olacağım. Sebebi de çok net: Çünkü gelin kıyafetleri kabarık, süslü, dantelli, incikli boncuklu; gelinler de çok süslü. Makyajlarına, abartılı saçlarına, renkli tırnaklarına bayılıyorum. Hatta çıldırıyorum, deliriyorum, gittiğimiz nikahlarda, düğünlerde kendimi kaybediyorum. Nasıl mı?

Çok meraklı, çok hareketli, dışa dönük bir çocukmuşum. Biz bütün kardeşler çok erken konuşmuşuz, çok erken yürümüşüz, okuma yazmayı ilkokuldan önce sökmüşüz. Erken konuşmak derken bayağı erken. Ben 6 aylıkken konuşmaya başlamışım. Erken yürümemişim koşmuşum. 9 aylıkken 5.kattaki evimizin açık kalan apartman kapısından en alt kata koşarak inmişim. Annem pencereden baktığında caddenin karşısında oturan babaanneme gitmek için küçük bir köpek yavrusu gibi üst geçide ulaşmışım bile. Evet üst geçide ulaşmışım ve babaannemin evine gidip oturmuşum. Bu hikayeyi sonra ayrıntılı anlatacağım.

Şimdi gelin olma hayallerime geleyim:  Bu dönem ben; çok süslü, şarkı söylemekten, dans etmekten, hatta masaların üzerinden inmeyen aşırı oynak bir profil çiziyorum. Annemin makyaj yapmasına, kırmızı ve uzun tırnaklarına bayılıyorum. Kıyafetleri beni benden alıyor. Emel Sayın’a büyük bir hayranlığım var. Sarı saçları, mavi gözleri, o zamanlar tek izleyebildiğimiz kanal olan TRT’de verdiği konserlerinde giydiği abartılı kıyafetleri, hele yılbaşı akşamlarında giydiği kırmızı ve ekstra süslü, daha çok pullu, taşlı elbiseleri beni benden alıyor. Nasıl bir alaturkalık ve rüküşlük içinde olduğumu düşünün artık. Emel Sayın’a hayran olmak bir nebze anlaşılabilir de anneme ‘’keşke Emel Sayın benim annem olsaydı’’ demem nasıl anlaşılır, ne ile açıklanır bilmiyorum. Annemin üzgün olduğunu bakışından anlayacak kadar annemi seven ben, kalkıp ‘’Emel Sayın Anne’’ hayalleri kuruyorum, bir de anneme bunu söylüyorum.  

Başka bir hayalim de gelin olmak. Hayali bırak büyüyünce yapmak istediğim  tek şey gelin olmak. Meslek gibi. Çocuklara sorasın ‘’büyüyünce ne olacaksın yavrum?’’Ne cevap verir çocuk? Ya doktor olacağım der, ya avukat, ya öğretmen. Böyle bilindik, o yaşlardaki akıl süzgecinden geçirebildiği kadar, para kazanabileceğine, insanlara faydalı olabileceğine inandığı bir meslek söyler.

Ama ya ben… Bir kabarık elbise, süslü saçlar ve makyaj için gelin olmak isteyen ben. Hem bir meslek sahibi olup, hem de gelin olabileceğimi -yani ona evlenmek deniyor- anlayamayan ben. Kafam nasıl çalışıyordu acaba?

Bu yaşlarda annemin çocukluk arkadaşı Nilüfer Abla ile oturduğumuz evler çok yakın. Nilüfer Abla annemden bir iki yaş büyük. Hiç evlenmemiş, annesi babası, kız kerdeşi ve en küçük erkek kardeşi ile birlikte yaşıyor. En küçük diyorum çünkü Nilüfer Ablalar 5 kardeş. 3 erkek 2 kız. Babası müteahhit, annesi ev hanımı. Hepsini çok seviyorum. Onlar da beni çok seviyorlar, kucaktan kucağa dolaşıyorum. Adil amca müteahhit olduğundan mıdır nedir evleri bizimkinden daha güzel. Demek ki kendi evine daha çok özen göstermiş. Hele büyük salonlarındaki şömine, benim o yaşlarda sık sık kapıldığım kıskançlık duygularımı ziyaretlerine gidip geldikçe kabartıyor.

Bu ailede bir kişi var ki benim en sevdiğim. Evin küçük kızı  Nebahat Abla. Bana göre Ceboş. Ne demekse?  Neboş olsa anlayacağım da.. Ceboş ne demek? Neyse Ceboş’a bayılıyorum. Sizce neden? Eveet bildiniz. Kendisi çok süslü ve bence çok güzel genç bir kız. Üstelik nişanlı ve evlenmeye hazırlanıyor. Benim duygularımı düşünebiliyor musunuz? Hayranlık, imrenme, onun gibi olmaya çalışma ama bir tarafta duran kocaman bir kıskançlık. Nişanlısı yani Efe geliyor bazı günler. Geldiğinde elinde hep kırmızı güller. Efe gelmeden Ceboş makyaj yapıyor. Çok güzel elbiseler giyiyor. Topuklu ayakkabılarına bayılıyorum. Hazırlanırken hep onu izliyorum. Sonra baş başa yemeğe gidiyorlar. Her seferinde, bu kez beni de götürür mü acaba diye düşünüyorum. Annem sıkı sıkı tembihlemiş, çağırsalar da sakın gitme diye ama ben yine de içten içe gitmek için can atıyorum. Sanki annemin sözünden çıkıp gitmeye cesaret edebilecekmişim gibi. Efe arabasıyla gelmiş. Ceboş yanına oturup gidiyor, ben pencereden bakıyorum. Şimdi kıskançlığım daha da büyük.

Hemen hemen haftanın her günü sabahtan oradayım. Ben çok keyifli vakit geçiriyorum, onlar beni çok seviyorlar çünkü ben hareketliyim ama yaramaz değilim, çok terbiyeliyim yani çok tatlıyım. Annemin eğitimi beşikte başladığı için hiç kimseye rahatsızlık vermemiz ya da saygısızlık etmemiz pek mümkün değil.  Annem ve Nilüfer Abla çok eski dost oldukları için annemin izin vermesinde sorun yok. Yoksa her yere öyle kolay kolay göndermezdi annem bizi.

Biz her gün Ceboş ile vakit geçiriyoruz. Ceboş düğün hazırlığı yaptığı için gelinlik provaları, süslü geceliklerin, sabahlıkların alındığı alış verişler, nişanlısından gelen hediyeler, takılar…Yani ben masal prensesi gibi günler geçiriyorum. Ceboş makyaj yapıyor bana da yalandan bir ruj ya da oje sürüyor. Bazı günler sadece benimle ilgileniyor. Kitap okuyor, saçımı tarıyor, makarna yapıyor bana. Bazen birlikte çılgınlıklar da yapıyoruz. Mesela bir gün birlikte evde vakit geçirirken saçlarımı kesiyor. Hem nasıl kesmek. Annem halaa ‘’değme kuaförlere taş çıkartacak kadar güzel kesmiş’’ diye anlatır, o gün beni kapıda gördüğünde hissettiği şaşkınlığı. Ceboş ile bir çılgınlık yapmış, sonra annem kızar mı diye düşünmüş, eve gidene kadar içim içimi yemişti. Neyse ki beğendi de yarın da Ceboş’a gidebileceğim diye düşündüğümü hatırlıyorum o gün.

Bu dönem hayatımın en güzel dönemi. Çünkü bazı sorunları hissetsem de anlamlandıracak kadar şuur içinde değilim. Şöyle bir örnekle açıklayayım: Çocukluğumuzun en çok sorulan sorularında ikinci sırasında olan ‘’anneni mi çok seviyorsun babanı mı?’’ sorusuna ‘’ikisini de çok seviyorum’’ diye cevap veriyorum. Çocukluk işte….

Zaten biraz büyüyünce bu soruyu soran pek olmadı. Belli bir yaştan sonra sormasalar da içten içe söylediğim tek şey: ‘’Annem’’ oldu. Tabii ki annem benim için hayatımda hep en sevdiğim kişi.

Ceboş’un düğün hazırlıkları tüm hızıyla sürerken ailecek arada başka düğünlere falan da gidiyoruz. Nilüfer Abla, Ceboş, ben, annem, ablam kız kıza geziyoruz. Nilüfer Abla hiç Ceboş gibi değil. Yani onun kadar giyime kuşama düşkün değil. Onun kadar çok süslenmiyor. Daha az makyaj yapıyor. Yani sade ve şık diyelim. Ama ben onun tarzını beğenmiyorum, bir de abla olduğu için kendimi Ceboş, ablamı Nilüfer Abla ile özdeşleştiriyorum.  Bir de ablamın tarzını da demek pek sade buluyorum ki arada bir ablama küçümsemek için söylediğim ‘’sen Nilüfer Abla, ben Ceboş Ablam’’ lafı pek meşhur laflarımın arasına giriyor. Tabi bunları bir de annemin ağzından dinlemek lazım. Çünkü yaşıma göre her ne kadar iyi konuşuyor olsam da ben de her çocuk gibi bazı kelimeleri çok komik söylüyormuşum. Düşünüyorum da o ukala ve tepeden bakan tavır ile kurulan anlamlı cümleler ama komik ya da yarım yamalak söylenen sözcükler.

Artık tüm hazırlıklar tamam. Düğün günündeyiz. Ceboş’un gelinliği tam hayallerimdeki gibi. Çok kabarık etekleri var. Arkası uzun yerlerde sürünüyor. Üzeri parlak taşlarla süslü. Dirseklerine kadar beyaz dantel eldivenleri çok güzel. Benim çok olmasa da kabarık tül bir elbisem var. Tabii ki Ceboş’un gelinliği yanında hiç süslü sayılmaz. Mevsimlerden yaz ama daha başları. Hava çok sıcak değil. Zaten Ankara’da yaz hep geç gelir. Tabi elbisemin üzerinde bir ceket olacak. Neyse Ceboş da üzerine bir şal alacakmış. Efe de şık ama damatlık giymiş işte. Ne kadar şık ve süslü olabilir ki? Diğer aile üyelerinin, annemin, babamın, ablamın kıyafetlerini hiç hatırlamıyorum. Geline nasıl focus olmuşsam, o gün dünyada ondan başka kimse yok sanki benim için. Gözüm kimseyi görmüyor.

Önce nikah var. Nikah bence Ankara’da nikahların kıyıldığı en güzel yer olan Gençlik Parkı’nda. Benim yaşımdakiler bilir. Gençlik Parkı içinde hem çocukların aileleri ile hafta sonları ve tatillerde eğlenceli vakit geçirdiği lunaparkın, restoranların, kefelerin olduğu hem de nikah törenlerinin yapıldığı, doğası, yeşillikleri, yapay gölü, fıskiyeli havuzları ile nikahtan sonra güzel fotoğraflar çekilebilen kocaman bir alandır. Nikah kıyıldı. Şimdi herkes bu fotoğraf çektirmek için dışarıda. Ama gerçekten herkes. Çünkü bizim nikahtan öncekiler, nikahları için bekleyenler herkes açık kocaman alanda yayılmış durumda. Yani etrafımda onlarca gelin ve onlarca damat var. Ceboş ile Efe bir köşede, yapay bir göletin önünde duruyorlar. Sırasıyla tebrik ediyor davetliler onları. Takılar, altınlar takıyorlar. Ben uzaktan izliyorum. Ceboş Efe’nin koluna girmiş. Bir yandan yanlarına gelenlerle fotoğraf çektiriyorlar.

Ben annem ve ablamla biraz uzakta izliyorum onları. Bir ara Ceboş’un yanında olmak aklıma geliyor. Yanına gidiyorum ama benimle hiç ilgilenmiyor. Hafifçe omzuma dokunuyor. Ama o kadar. O anda günlerden beri içimde sinsi sinsi büyüyen kıskançlığım dürtüyor beni. Alana gelirken Efe’nin Ceboş’un eteklerini kaldırdığını görmüştüm. Yerlere sürünmesin, üzerine basıp düşmesin diye. Ben de kaldırsam iyi olur diye düşünüyorum. Dersem tabii ki yalan olur. O farketmeden eteğini arkadakilerin altını göreceği şekilde kaldırmak, beni biraz sakinleştirebilir. Usulca arkalarına geçiyorum. Zaten neredeyse benim yanına gittiğimin bile farkında olmadığını düşünüyorum. Tam Ceboş’un arkasına geçiyorum. Uzun eteklerini uçlarından tutuyorum, biraz uzaklaşıyorum ve boyum gibi çocuk kollarımın yettiği kadar bir yukarı bir aşağı yellendirmeye başlıyorum. Arkada bir çok insan var. Neyi ne kadar gördüler bilmiyorum ama bir süre sonra Ceboş arkaya dönüyor. ‘’Ah Naz sen misin? Ben de alttan alttan serinlik nereden geliyor diyorum’’ diyor. Efe ile seni afacan seni gibisinden gülüyorlar. Ceboş başımı okşuyor. Annemin yanına gönderiyor beni. Sanırım annemin yanına giderken ‘’acaba o dantelli külotunu kimbilir kaç kişi gördü’’ diye düşünüp sinsi sinsi gülmüşümdür.

Annemle ablamın yanına geliyorum. Annem yanımdan ayrılma diyor. Ablamla annemin yanında duruyoruz. Annem tanıdıklarla sohbet ediyor. Gelen giden oluyor. Biz ablamla etrafa bakıyoruz, takılıyoruz. Ama içten içe iyi değilim biliyorum. Etek kaldırıp indirmek sanki beni sakinleştirmedi. Etrafa bakıyorum ama gözüm hep papatya gibi etrafa saçılmış gelinlerde. Hepsi çok süslü, çok güzel, hepsi gelin olduğu için çok mutlu. Nasıl oldu bilmiyorum ama bir anda kendimi kaybediyorum ve ‘’herkes gelin oluyor, ben neden olamıyorum’’ diye bağıra bağıra ağlamaya başlıyorum. Annem ve ablam beni sakinleştirmeye çalışıyor ama nafile. Daha da çıkıyor her şey kontrolden ve o sinirle ablamın önce saçlarına yapışıyorum. Yetmiyor, tekme tokat evet evet bildiğiniz tekme tokat benden üç yaş büyük ablamı herkesin içinde dövmeye başlıyorum. O sırada annem beni ablamın üzerinden almak için uğraşıyor, ablam paralize olmuş, parmağını bile kaldıramıyor. Belki bir dakika sürmüş bu cinnet durumu ve dayak. Yani çok uzamamış. Nilüfer Abla koşmuş hemen. Annemle beni sakinleştirmişler ama ablamın saçı başı dağılmış tabi. Benden büyük olduğu için yüzüne gözüne pek zarar veremesem de çok sayıda tekme attığımı hatırlıyorum.  Gelinler, damatlar, davetliler, çoluk çocuk, o gün kim varsa hayatlarında böyle bir sahne gördüler mi acaba? Güldüler mi yoksa ‘’ay ne terbiyesiz çocuk, ailesi hiç terbiye öğretmemiş’’ mi dediler. Ceboş ne yapıyordu o sırada? Babam oralarda mıydı? Annem nasıl da panikledi kimbilir. Hele ablam. Her türlü nazımı, manyaklığımı, cadılığımı çeken ablam bile bu kadarını beklemiyordu eminim.

Eve döndüğümüzde annemden bir nutuk dinledim tabii. Sonrasında ablamdan özür diledim. Yüzündeki o mahzun ifadeyi hiç unutamam. Aslında içten içe kızıyordu bana ama bir yandan da çok seviyordu, hep küçük, afacan kız kardeşi olarak görüyordu beni.

Yaptığım şeyden büyüdükçe daha çok utansam da bu dönem hayatımın en güzel dönemiydi. En güzel dönem; masaların üzerinde dans ettiğim, gelinlik giymeyi hayal ettiğim, büyüyünce ne olacaksın sorusuna gelin olacağım, anneni mi yoksa babanı mı seviyorsun sorusuna, ikisini de çok seviyorum diye cevap verdiğim dönemdi.

 Sonra yani yavaş yavaş büyüdükçe, her şey değişmeye başladı. Onları da anlatacağım.

Güç Sahibi Olmanın Kuralları

Güç Sahibi Olmak İçin

İyi olmak mı güçlü olmak mı? İnsanoğlu hem iyi hem güçlü olabilir mi?

Güç sahibi olmak insanoğlunun yüz yıllardır peşinde koştuğu en büyük hedef. Ailede, okulda, iş hayatında, sosyal hayat içinde bize öğretilen, pompalanan hedef.

Bir sopanın ucundaki ödül: Güç. Tüm insanlar güç sahibi olunca ”hayatım daha iyi olacak, her istediğimi yapabileceğim, tüm kişisel sorunlarım çözülecek” diye bu ödülün peşinde koşuyor. Bazıları elde ediyor belki. Ya da elde ettiklerini zannediyor. Bazıları yakınından bile geçemiyor.

Peki güce sahip olmayı ya da ulaşamamayı kim, nasıl belirliyor?

Sen…Sen…Sen…

”Sen güç sahibisin”

”Sen kralsın”

”Sen ağamsın, paşamsın”

”Sen dünyayı bile yönetebilirsin”

”Sen ne kadar zayıf bir insansın”

”Senin kendine bile yararın yok”

”Sen en ufak sarsıntıda yerle bir olursun”

Kim belirler, nasıl belirler, sen nerdesin, güçlü müsün yoksa ezik mi? Bu sorular biraz farklı düşünen herkesin aklındayken Robert Greene ve Joast Elffers güç sahibi olmanın aslında iktidarın kitabını yazmışlar. İşte madde madde güç sahibi olmanın yasası. Her maddeyi düşünmek ve uygulamaya karar vermeden etik bir süzgeçten geçirmek gerek bence. Ama belki de güç sahibi olmanın yolu, etiği ve vicdanı bir kenara bırakıp tamamen bu kuralları uygulamaktan geçiyordur.

Güç Sahibi Olmanın Kuralları

  • Niyetini gizle
  • Düşmanlarını kucaklamayı öğren
  • Efendini asla gölgede bırakma
  • Her zaman gerekenden daha azını söyle
  • Canın pahasına şöhretini koru
  • Ne pahasına olursa olsun dikkat çek
  • İşi başkasına yaptır ama övgüleri sen topla
  • İnsanları kendine getirmek için yem kullan
  • Tartışmalarla değil yaptıklarınla kazan
  • Mutsuz olanlardan uzak dur
  • İnsanları kendine bağımlı hale getir
  • Kurbanını savunmasız bırakmayı öğren
  • Yardım istediğinde insanların çıkarlarına hitap et
  • Merhamet ya da minnettarlıklarını bekleme
  • Dost gibi görün ama casus gibi çalış
  • Düşmanını tamamen ez
  • Saygı ve şerefini artırmak için yokluğu kullan
  • Kestirilemezlik havası ile kuşku ve merak uyandır
  • Korunmak için kendini toplumdan ayırma
  • Kiminle dans ettiğini bil ki yanlış ayağa basma
  • Kimseye bağlanma
  • Enayi avlamak için enayi rolü yap
  • Teslim olma rolü ile zayıflığı güce dönüştür
  • Güçlerini yoğunlaştır
  • Asil rolünü mükemmel oyna
  • Kendini yeniden yarat
  • Ellerini kirletme, maşa kullan
  • Cesaretle eyleme geç
  • Her şeyi planla
  • Başarılarını fazla çaba harcanmamış gibi göster
  • Kartları sen dağıt
  • İnsanların fantazileriyle oyna
  • Herkesin zayıf noktasını keşfet
  • Kral muamelesi görmek için kral gibi davran
  • Zamanlama sanatında ustalaş
  • Sahip olamadıklarını küçümse, onlara aldırma
  • İlgi uyandıran görünümler yarat
  • İstediğin gibi düşün, herkes gibi davran
  • Balık yakalamak için suları karıştır
  • Bedava yemeğe değer verme
  • Büyük adamın ayakkabılarını giyme
  • Çobanı vur ki koyunlar dağılsın
  • İnsanların kalpleri ve zihinleri üzerinde çalış
  • Çevrendekilerin ellerini kollarını bağla ve çileden çıkar
  • Değişimin gerekli olduğunu empoze et ama ani ve hızlı değişimlerden kaçın
  • Asla çok mükemmel görünme
  • Amaçladığın hedefi aşma, zafere ulaştığında durmayı öğren
  • Şekilsizliğe bürün
Şişkinliği azaltan Smoothie

Şişkinliği azaltan Smoothie şişen göbeği indiriyor. Yaz geldi. Bikini giydiğimizde en dikkat çeken bölge karın. Kadın ya da erkek hepimizin istediği düz bir karna sahip olmak. 

Göbeğimiz bizden önde gidiyorsa ya yağlanmıştır ki çoğunlukla erkeklerde görürüz. Nedeni de genellikle malum sebepler:)

Ama bazen de şişlik hissi ile birlikte çıkar göbeğimiz dışarı. Bunun sebebi de atılması gerekenler daha tam olarak vücudumuzdan çıkmamış demektir. Yani kalın bağırsakları biraz daha çalıştırmamız gerekir.  Şişkinliği azaltan Smoothie de tam burada imdadımıza yetişir. 

Ama önce Kalın Bağırsağın çalışması neden önemli bakmak da fayda var. 

Kalın Bağırsak Neden Önemli?

  • Sindirim sisteminin önemli bir parçası. 
  • Vücuttan atıkların atılmasında çok önemli bir görevi var.
  • Sağlıklı bir Kalın Bağırsak, besinlerin emilimini gerçekleştirirken, toksinleri ve işe yaramayacak kısımları vücuttan atar. 

Yani Kalın Bağırsak iyi çalışmazsa, vücuda yararlı olmayan maddeler dışarı atılamaz. Bunlar dışarı atılamazsa vücut sağlıklı bir şekilde çalışamaz. Zamanla iltihaplanmalar ve ciddi hastalıklara neden olur. 

İşte göbekteki şişkinliğin sebebi de bu atık maddelerin bağırsaktan atılamaması ve orada kalmasıdır. Yani bulunduğu bölgede bir yığılma oluşur. 

Bağırsağın görevini tam ve kusursuz yapması için doğru besinleri göndermek gerekir. Bağırsak iyi olsun ki vücudumuz da tıkır tıkır çalışsın.

Kalın Bağırsağın iyi çalışması için ne yapmalı?

  • Su içmeyi unutmamalı. Her gün yeterli miktarda su içmeli. 
  • Meyve ve sebzeler ağırlıklı beslenmeli.
  • Lif oranı yüksek ve tam tahıllı  gıdaları yeterli derecede tüketmeli.
  • Toksinlerin atılımını hızlandırmak için düzenli spor yapmalı. 
  • Becerebilenler stresten uzak durmaya çalışmalı.
  • Bir de 6 ayda bir bağırsak temizliği yani kolema yaptırmalı. 

İşte bizim Şişkinliği azaltan Smoothie de kalın bağırsağı temizliyor, sindirimi kolaylaştırıyor, atıkların vücuttan atılımını hızlandırıyor ve dolayısıyla şişkinliği azaltıyor. Karnımız düzleşiyor. Rahat rahat bikini giyiyoruz. 

Aşağıdaki kolay bulunan ve pahalı olmayan malzemeleri blenderda karıştırıp, fazla bekletmeden içiyoruz. 2 hafta boyunca her sabah içmek bağırsaklar için süper bir detoks sağlıyor. 

Şişkinliği azaltan Smoothie: 

  • 1 Elma
  • 1 Salatalık
  • 1 Portakalın Suyu
  • 2 Dilim Ananas 
  • 1 Bardak Su
  • 2 Kaşık Aloe Vera

Ananasın Faydalarını, Portakalın Faydalarını, Salatalığın Faydalarını daha önce yazmıştım. Peki Aloe Vera ne işe yarar? İşte Aloe Vera’nın faydaları:

Aloe Vera’nın faydaları:

  • Aloe Vera vücuttaki atıklardan kurtulmayı sağlar. Arındırıcı özelliğe sahiptir.
  • Aloe Vera metabolizmayı hızlandırır, yağ yakımını sağlar ve kilo vermeye yardımcı olur. 
  • Aloe Vera doğal bir laksatiftir. Yani bağırsakların daha iyi çalışmasını sağlar, sindirim sisteminin düzgün çalışmasına ve vücudun doğal dengesinin korumasına yardımcı olur.

Ayrıca pek çoğumuzun bildiği gibi Aloe Vera cilt için çok faydalıdır.

Aloe Vera’nın içinde B1, B2, B3 ve B6 vitaminleri başta olmak üzere 12 çeşit vitamin bulunur. Kalsiyum, demir, potasyum gibi 20 farklı mineral ve vücudumuz için oldukça faydalı olan 18 farklı aminoasit vardır. 

Bu sayede Aloe Vera, Kolajen üretimini artırarak, cildin yaşlanmasını geciktirir. Sivilce, yanık izleri, selülit ve güneş lekelerinin tedavisinde etkilidir. 

Ancak Aloe Vera ile ilgili hem dahili hem harici kullanımda dikkat edilmesi gerekenler de var tabii:

1. Ağızdan aşırı ya da yanlış tüketilirse ishal, halsizlik, düzensiz kalp atışları gibi sonuçlara neden olabilir. Bu nedenle doktora danışmadan tüketilmemeli.

2. Alerjiye eğilimli ciltlerde yan etkileri olabilir. Kullanmadan önce mutlaka doktora danışılması gerekir.