Kapımızın önüne bir kap su koyalım, iyi davranalım, sevelim koruyalım, sahiplenelim derken bazıları da kiminle yaşayacaklarını kendileri seçiyorlar. Tıpkı Minik gibi. Evin en küçüğü: Minik. Misafir gibi gelip eve yerleşen küçük bir kız.
Kemer Country Club’ta 2016 yılının Haziran ayında sokak hayvanları ve barınaktaki hayvanlar için hayvan derneklerinin düzenlediği bir festivalde, Haytap’ın standında gönüllü olarak çalışıyordum. Hava çok güzel, stantların önleri kalabalık, bol bol satış yapıldığı harika bir gündü. Geliri hayvanlar yararına gidecek pek çok şey satan stantların yanında barınaklardan gelen hayvanlar da vardı festival alanında. Onlar da sahiplenilmek için oradaydılar.
Ben sık sık festival alanını gezip standımıza müşteri çekmeye çalışırken, hem de barınaklardan gelen kedileri ve köpekleri seviyordum. Tabi ki yine bir tanesine aşık oluştum. Sapsarı çok minik, belki 2 aylık bir kedicik. Önce gidip sevdim. Sonra kucağımda gezdirdim. Bizimkilere gösterdim. Herkes çok sevdi. Kucaktan kucağa dolaştı. Özel mamalar aldık. Besledik. Sevdik sevdik. İlk günün sonunda bu sarı yavruyla evin yolunu tutmuştum bile.
Evde hopluyor, zıplıyor, çok hareketli, çok mutlu. İsmini Güneş koyduk. Veterinere götürüyoruz, aşılarını yaptırıyoruz derken 10 gün geçmedi ki hastalandı. Hayvanı olan herkesin bildiği, yavru kedilerin yarısından fazlasının atlatamadığı Gençlik Hastalığına yakalanmıştı. Çok sıkı bir tedaviye başladık. Kolunda serumlar. Direniyordu. Gerçekten tutunmaya çalıştığını anlayabiliyorduk. Ama ishali bir türlü geçmiyordu. Yaşama şansı %50’ydi. Ama yaşayamadı. Hayatımda bu kadar üzüldüğümü hatırlamıyorum:( Günlerce ağladım. Rüyalarımda gördüm.
Üzerinden çok zaman geçmemişti. Bir akşam yine salonda TV karşısında uyuyakalmışım. Hava sıcak. Bahçe kapısı yine açık. Ufak bir tıkırtıya uyanıyorum. Bahçede masanın üzerinde sarı küçük bir kedi. Rüya gördüğümü zannediyorum. Ama uyanmışım. Üzüntüden kafayı yedim, hayal görüyorum diye düşünüyorum ve bir yandan yatak odasına koşturup erkek arkadaşımı uyandırıyorum. Söyleyince inanmıyor tabii. Birlikte çıkıp bakıyoruz. Güneş bu. Bu kadar benzerlik olamaz diyoruz. Güneş’ten biraz daha büyük ama tüyleri, gözleri her şeyi aynı bir kedi, bahçe masasının üzerinde gayet rahat oturuyor. O şokla ağlamaya başlıyorum ve hayatta mucizelerin olduğuna bir kez daha inanıyorum.
Biraz çekingen, bizimkiler gibi sıcak kanlı değil. Kendini sevdirmeye pek de meraklı değil. Ama içeri girip mama yiyor. Ortamı kokluyor. Sonra çıkıyor. Bahçede takılıyor. Sonra tekrar giriyor derken herkesle kaynaşıyor ve o günden beri bizimle yaşıyor. Hatta tepemizden inmiyor:) Yaşı evdeki herkesten küçük olduğu için de adını Minik koyuyoruz…